EKMEĞİN KOKUSU
Özgür Birlik
Bergama, İzmir
Binlerce yıl önce başladı belki serüveni bu kokunun, ama hiçbir zaman çekiciliğini yitirmeyecek orası çok açık. Avcı toplayıcı yaşamdan günümüze kadar uzanan bu serüvenin yaklaşık yüz yıllık bir bölümünü karelere sığdırmak mümkün değil elbette. En azından tatlı bir tebessüm ile hatırlanacak küçük anılara dokunmaya çalıştım…
Gecenin 2’sinde başlıyor hayat burada. Naci Korkmaz (62) 40 yıllık birikimini anlatırken “40 yıl olmuş fırıncılığa başlayalı” diyerek kısa ve bir o kadar da uzun cümle kuruyor. Evet 40 yıl olmuş başlayalı, hâlâ kendini usta olarak görmüyor çünkü. Verilen emeğe büyük saygı duyduğu, söylemese bile gözlerinden anlaşılıyor.
Hamuru yoğurmaya başlarken ölçüler bellidir belki ama kıvamı tüm olayın özü. Göz kararı dökülen tuz, su…
Serüven başladı bir kere. O kokuyu etraftakilere duyurana kadar durmak yok. Hamur hazır olduktan sonra, hassas terazide tartılıyor şimdi. “Eskiden tavana asmalı, kefeleri olan teraziler vardı, her bir hamur topağını tek tek tartarak yapardık ekmeği” diyerek teknolojinin getirdiği kolaylığı anlatıyor.
Şimdi de “pasa” denilen tahtalara hamur topaklarını şekillendirip dizmeye geldi sıra. Bu sırada Serkan Gülkin (17) geliyor yardımına Naci Usta’nın. Eller hızla şekillendirmeye başlıyor topakları ve yine bir o kadar hızlı şekilde diziliyor peş peşe pasa’lara.
Fırının kapısı tekrar açılıyor bu sırada. Aşağıda Özkan Gülkin (48) fırını yakmak için hazırlık yapıyor. Özkan Usta 20 yıllık fırıncı. “Kürekçilik en meşakkatli işidir bu fırıncılığın” diyor. 20 yıl boyunca aynı fırında çalışmış ve Naci Usta’nın çırağı iken tanışmış hamurla. “Bizde bir laf vardır fırıncılar arasında; önlüğümüze un tozu bulaştığından beri yapıyoruz derler, benim de öyle” diyor. “Okul okuduğum yıllarda kafama koymuştum fırıncı olmayı. Çünkü 8 kardeşiz biz ve her öğün eve 14 ekmek alıyorduk. Fırıncı olup ekmekleri bedavaya getirmeyi ve üstüne para kazanmayı hayal ediyordum o zamanlar. Naci Usta benim ustam değil, baba yarım. Her şeyi o öğretti bana bu meslekle ilgili. Hâlâ, yanında saygısızlık etmem, edene müsaade etmem”. Bir taraftan fırının ateşini çam kozalaklarıyla harlarken, bir taraftan da anlatmaya devam ediyor. “Naci Usta okuldan sonra çağırdı yanına, kendisine yardım etmem için. O günden beri bu işi yapıyorum. Oğlum Serkan fırında geçirdi çocukluğunu ve şimdi o da kalfa artık. 1 yıldan beri hamur yapma ve “tırnak atma” olarak dediğimiz hamura şekil verme işini yürütüyor. Kendi isteği ile ve severek yapıyor bu işi” diyor.
Ve ilk posta hamurları fırına verme zamanı artık. Serkan pasa’ları indirirken imalathaneden, küreklerini hazırlıyor Özkan Usta. Başlıyorlar baba- oğul ekmek pişirmeye. Küreklerin biri girip biri çıkıyor ardı ardına. İlk ekmekler dönerci pidesi. Döner satılan yerlere gitmek için hazırlanacak. İlk posta pideler sabah 5.30’da çıkıyor. Fırın soğumadan yapılan tüm hamurun ki; yaklaşık 450 ekmek pişmiş olması gerekiyor.
Hızlarına yetişmek çok zor. Pasa’lardan hamurların küreğe alınması, jiletle üstünün çizilmesi ve fırına girmesi her seferinde 15 saniyeden fazla sürmüyor.
Dışarıda gün yavaş yavaş ağarırken içeride zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Somun ekmek nihayet fırından çıkmaya başlıyor. Ve o kokunun duyulduğu ilk anda yaşadığımız tarifsiz duygular.. Açlık, birazdan o sıcak ekmekle o hissin biteceğinin bilinmesinin getirdiği rahatlık. Ama en çok da, çocukluğumuzun, masumiyetimizi doyasıya yaşadığımız yılların, bu kokuyla birlikte anılardan sıyrılıp biraz daha belirginleşme çabası…
Ekmeğin kokusu hep tatlı bir tebessümle, geçmişe doğru uzayan bir yol gibidir. O yolun uzunluğuysa ne kadar çok anıyı hatırlamak istediğinize bağlı…
Çekim yeri :
Karataş Ekmek Fırını
Mayıs 2020 - BERGAMA/İZMİR
Editör: Gölnur Cengiz