top of page

ANNEMİN ELİ

Coşkun İnce

Rize

Geceden kalma Ceylan Ertem şarkıları çalmaya devam ederken sabah camdan süzülüp duvara vuran güneş ışığını kıskanıp uyanmadan çıktım yataktan… biraz baş ağrım vardı, hiç ilacım yoktu… bir sigara yaktım ve duvarda asılı yalnızlığıma baktım… bana benziyordu, benim gibi kokuyor ve susuyordu… susmak… söyleyecek onca lafın, sözün varken susmak… ne acı… acımı… oraya girmek istemiyorum… daha önce konuşmuştuk bunları… belki daha sonrada yine konuşuruz… 

içimden çay olsa içerdim diye geçirdim… kahvede keserdi ama yoktu… yoktum… duvara baktım yaşlı bir kadın memesi gibi asılı duruyordu güneş ışığı ve birazdan gidecekti… ya ben… gidilecek o kadar yer varken… ayaklarım bağlı… çekiştirmek, arkamdan sürüklemek istemiyorum acıklı bakışımı… bir sigara daha yakıyorum… acılar geçer diye bekliyorum… geçmiyor… ah diyorum keşke bir bardak çay olsa… kahvede keserdi ama yok… su içiyorum… genzime kaçmasın diye dikkatlice… o kadar anlamsız ki soluk alışlarım… utanıyorum… başımı eğip sigaramdan çekiyorum… başımda bir ağrı… soluğumu kesiyor… dönüyorum dolaşıyorum bir kez daha paramparça etmek için kendimi silahımı arıyorum… aranırken uydurduğum yalanların içinde kaybettiğim kendime rastlıyorum… o kadar acınası… ve duvardaki fotoğraf gibi yapayalnız… anlamsız… sigaramı söndürmeden başka bir sigara daha yakıyorum… acılarımı dindirmiyor ama içiyorum… alışkanlık işte… onca yıl olmuş… onca yılın öylesine bağlanılmış alışkanlığı… sadece o mu… “sadece alışkanlık değil” diye bir ses duyuyorum… evet değil… 

Benim hayatım yarım kalan hatta hiç başlanmamış hikâyelerle doludur… Hiçbiri tamamlanmamış… Başladığım hiçbir işi…! Çünkü doyumsuzum… Azla yetinmeyi bilmiyorum… Ne kadar olduğu önemli değil, hep daha fazlası… Daha fazlası... Bu yüzden yalnız kaldım… Herkes gitti… Kimse umurumda değil, Canları cehenneme… Hepsinin Allah belasını versin… Hepsinin…

Ama annem… Annem öyle değil… Hayatta hiçbir şeyi olmadı adından başka… Emine… Anneme hiç sormadım adını kim koydu diye… Açıkçası şu ana kadar hiç düşünmedim annemin adını kim koydu diye… Zaten mevzumuzda bu değil… Adından başka bir şeyi olmayan kadın… Annem… Emine… Acaba ne zamandır sevişmiyor… Mevzu bu… 

Çocukken annene mi çok severdim… Fakat hep korkardım… Bir gün bizi bırakıp gidecek diye çok korkardım… Yengem birkaç güne doğum yapacaktı ve ağırlaşmıştı… Annem sabahın köründe bizi uyandırmadan çıkıp gitmişti… Daha okula başlamamıştım… Böyle bir matematik yaparsam dört belki de üç yaşında falandım… Uyandım… Annemle uyurdum… Uyandım ve annem yoktu… Kalktım… Odadan dışarı çıktım… Salona baktım… Annem yine yok… Aşağıya indim… Dedem, babaannem ve halam oturuyor… Annem yine yok… Korkudan kimseye bir şey soramadım ve sessizce odaya çıkıp yatağa girdim… Gelecek birazdan… Gelecek birazdan… Gök gürledi… Şimşekler çaktı… Yağmur başladı… Yağmur ki gök delinmiş… Yatağın içinde bir oyana bir buyana dönüyorum… Kapıyı dinliyorum… Kimse gelmiyor… Abim uyandı… Anne gitmiş dedim… “Gelir” dedi… Yağmur yağıyor şimşekler çakıyor annem gelmiyor… Öğlene kadar kapının açılmasını bekleyip yatakta döndüm… Annem gelmedi… İçimden geçiriyorum “annem gitti, gelmeyecek bir daha…” Dayanamadım… Üzerimi giyindim… Yağmurluğumu aldım ve yola çıktım… Yolun kenarında ki ev Muzaffer amcanın eviydi ve alt katı bakkaldı… O gün bakkal kapalıydı… Ben bakkalın önünde durdum ve yolu gözlemeye başladım… Yağmur kesmeden yağıyor… Üşüyorum… Bir aşağı bir yukarı bakıp duruyorum… Ne araba geliyor ne annem geliyor… Dayanamadım ağladım… Yağmur kesmiyor… Ben ağlıyorum… Yola bakıyorum kimse gelmiyor… Bu kadarmış… Annemde babam gibi bizi terk etti… Saatlerce ağladım, sustum… Bakkalın önünde bir aşağı bir yukarı bakıp yol gözledim… Annem gelmedi… Akşam olmak üzere… Yağmur yağıyor ben üşüyorum… Annem gelmiyor… Muzaffer amca gördü beni… Evin balkonundan seslendi… “Ne yapıyorsun yavrum orada?” Annemi bekliyorum… “Gel buraya annen yarın gelecek…” “Yarın gelecek…” olsa da gelecek yani bizi bırakıp gitmedi… Ama o…! O bir daha gelmeyecek…

Annem babamı çok severmiş… Zamanla babamda annemi sevmiş… Uzun bir zaman sevişmişler… Köy yeri ya her yer senin… Bu onlara yeterli gelmemiş, evlenmeye karar vermişler… Babam biraz sorunluydu… Psikolojik olarak… Bilirsin bu durumlar genetiktir, dedesinde de varmış…

Tabi vermemişler annemi… Onlarda kaçmış… Kimsenin onları bulamayacağı kadar uzak yerlere gitmişler… Kendilerini toparlayıp bizi doğurmuş annem… Ben… Ben ve abim… 

Yalan lan yalan yok öyle bir hikâye… O benim olmasını istediğim bi hikaye… Benim istediğim hikayelerin hiçbir gerçekliği yok… Annem işte… Size yaylayı anlatsa şiir gibi konuşur… Dağlardan, çiçekten, böcekten bahsetse saatlerce susup dinlersiniz… Şiir dediğin nedir ki… Anneme “artık senin evlenme yaşın geldi” deyip çok sevdiği yayladan kopartmışlar ve bir adamla nişanlamışlar… Adam “beni zorla evlendiremezsiniz” deyip nişanı atmış… Annem tekrardan babasının evinde aklı havada otla, kuşla, böcekle zamanını geçirmeye başlamış… Aradan zaman geçmiş yaşı, yaşına… Boyu boyuna uygun deyip babamla evlendirmişler… İstanbul’a yerleşmişler… Sonra biz doğmuşuz… Abim ve ben… Abim benden önce doğmanın olgunluğunu hep yaşadı ve bana da yaşattı… Sonra ben doğdum… Doğduğum gün annemi öldürdüm… Anlıyor musun? Anlıma kocaman harflerle katil yazmışlar… Katil… Herkesin hayatta bir kişiyi öldürme hakkı vardır sözüne inanmalı mıyım? Bilmiyorum ama bir kez daha cinayet işlemek istiyorum… 

Çünkü çok acı çektim… Çünkü annem kadar güçlü değildim… Hep sığınacak bir limana ihtiyaç duydum… Annem tek başına… Ben ve abim yanında… Babamla anlaşamamışlar… Babamda erkekliğe bok sürdürmemiş… Beni ve abimi anneme verip yollamış köye… Hikâye orda başlıyor aslında… Bir gün annemde gidecek diye korkum orda başlıyor… Annem gitmedi… Sığınacak bir limana ihtiyaç duymadan yaşadı… Yanında ben ve abim… Bildiğim bir tek şey var… Anneme annem olduğu için bi sevgi duymuyorum… Sevmekle ilgili bir durum değil bu… Benimkisi sevgi değil… Saygı… O saygı nasıl anlatılır bilmiyorum… O saygıyı içimde nasıl hissettim onu da bilmiyorum… Yaşadım ve öğrendim diyelim… Sonra büyüdük tabi… Büyüdük sandık… Sandık ki…! Adımlarımız büyüdü… Bakışımız büyüdü… Kokumuz, rengimiz… Annemin kokusu öldürüyordu beni… Kırıyordu… İncitiyordu… Yıpratıyordu… Büyüdükçe yıpranıyordum… Annem yıpratıyordu beni… Bağırıyordum… Bağırıyordum… Bağırıyordum…  Aynada suretime bakmadan bağırıyordum… Kırıyor, döküyor ve oh be diyordum… Oh be… 

Oh be deyip vurdum kendimi yollara… Annem bana bir şey öğretmedi… Yaşadı… Evet bir şey öğretmedi… Gidiyorum dedim “sen bilirsin” dedi… “akşam üşütme üstünü ört” dedi… “aç kalma… karnını doyur” dedi… Ben yoruldum… Büyüdükçe nefes nefese kaldım… Ben büyüdükçe yoruldum, annem… Annem şiirini okumaya devam etti… Nefret ediyorum… Nefret ediyordum “hiçbir şeyi” bilmeden “her şeyi” yapmasından nefret ediyordum… Görmek duymak istemiyordum… Yoruyorsun beni anne, yoruyorsun… Hep gidiyordum… Gidiyordum…

“üstünü ört üşütme…”

“aç kalma karnını güzel doyur…”

Buraya bir resim çizmişlerdi… Kaybolmuş… Kadın vardı bir tane… Bazen gülüyordu… Bazen de ağlıyordu… Babam çok ağladı… Geri döndük… Köye… Dedemde afeti bizi… Ama hiç sevmedi… Sonra… Sonra babam kayboldu… Çocuktuk ama hatırlıyorum… Oraya buraya haber salıyorlar, arıyorlar ama hiçbir yerde yok… Yıllar sonra bir haber geldi… Babam tamamen ipleri kopartmış… Hastanede… İlaçlar falan… Tanımıyor bizi… Ben diyorum, ben… Abim… Abim ağlıyor… Bak diyorum Abim… Tanıyamadı… Tanımadı bizi…  Keşke böyle gitseydi hikâye… Keşke… Neyse… Bir mahkeme salonunda ayrılmıştı yolumuz ve ben yüzünü, gülüşünü, bakışını unutmuştum… Sanki hiç yoktu… Hiç olmadı… Ama annem her seferinde… Mevzu büyümekte değildi… Anlamaktaydı… 

Köydeyiz… Çay topluyoruz… Abim bağıra çağıra geldi… Anneannem dedi, gerisini getiremeden ağlamaya başladı… Anneannem o günden sonra yataktan kalkamadı… İnsan… İnsan ne demek öyle anladım ben… Belki anneannem çok acı çekti… Göz yaşlarını içine, içine akıtıp gecelerce haline ağladı belki ama ben… 

İnsan… 

İnsan olmak ne demek? 

Yoruldum…

Annem dimdik ayakta… Ben ölü bir bedene iliştirilmiş… Nefesim yok… Kokum yok… Yastığa sarılıyorum… Bir kez daha… Bir kez daha duyayım diyorum annemin kokusunu… Duyamıyorum… Annem her gün aksatmadan köye çıkıyor… Bildiğin çiftçi… İşlerini yapıyor… Geri gelip karnımızı doyuruyor… Yüzümüze gülüyor… Ben ağlıyorum… Anne diyorum… Anne… Kokunu duyamıyorum anne… Kokunu duyamıyorum… Aç gözlerini ve etrafına bakın diyor… Bakınıyorum… Anneannem boylu boyunca uzanmış salonun ortasında… Ben ağlıyorum… İnsan olmak diyorum… Yoruluyorum… Anneannem boylu boyunca salonun ortasında… Tuvaleti yatağı… Sofrası yatağı… Ağlıyorum… Annem “etrafına bakın” diyor… Yoruldum anne yoruldum… Bir gece annem yine geç geldi… Anneannemin altını temizledim… Bir gece daha…. Bir gece daha… Ben temizledikçe anneannem sıçıyor… Temizliyorum… İşiyor… Temizliyorum… Ye diyorum anneanne ne olur ye…

Yoruldum… Dayanamıyorum… Ne olursun anne… Otur şuraya sırtımı yaslayayım sana…

Offff perdeler, duvarlar, kapı… Kesilecek… Aranacak… Durgunluk… Oynanacak… Bakışlar, bakışlar, bakışmalar… Çalınacak… Tekrar başa dönülecek… Hep aynı yani… Hep aynı…

Keşke o gitmeseydi…

Hiçbir şeye saygım kalmamıştı… Annem inatla “sev” diyordu… Sev… Hiçbir şeye saygım kalmamıştı… Annem “saygılı ol” diyordu… Saygılı ol… Tek derdim annem gibi olmaktı… Annem “kendin ol” diyordu… Kendin ol… Başım dönüyor, midem bulanıyor… Kusamıyordum… 

Acı… Acımı… Her gün burada durup şu kapının açılmasını beklerim… Ve her açılan kapıyla onun geldiğini hayal ederim… O artık gelmeyecek biliyorum… Her gün, her gün açılan şu kapıdan içeri giren yine ben oluyorum… 

Ve yaşamak için sadece pirincin ne kadar suda ne kadar bir zaman pişmesi gerektiğini öğrenebildim… Bugün, bugün son dedim kendi kendime… Bugün son… Gelmezse bir daha beklemeyeceğim ve kendimi öldüreceğim… Yaşıyorum zannediyordum… Bu yüzden kendimi öldüreceğim dedim… Sonra ölü olduğumu fark ettim ama hiç acı çekmedim… Ama diye devam eden cümlelerden nefret ediyorum… Kendimden de… Kendimin de Allah belasını versin…

Tövbe de oğlum… Tövbe de… Demedim… Arandım ve aradıklarımı buldum… Şeker niyetine avuç, avuç ilaç… Yutamadım… Birkaç bardak su… Sonra şeker niyetine birkaç avuç daha… Su… İlaç… Su… Bir hafta ilaç koktu işemem… Bir hafta ilaç koktum ve Anneannem öldü… İnsan dedim, İnsan…

Yaşamak ne zor… Olmak ne zor… Ya annem… Nasıl yetiniyor elindekilerle… Neden daha fazlasını istemiyor… Neden yorulmuyor… Neden acıkmıyor… Neden… Neden… Neden… Gökyüzü dedi… Yıldızlar dedi… Evrenin kendisi ve içinde biz… İçinde sen… Ben…

Hissedemiyorum anne… Hissedemiyorum… Hastaneler… İlaçlar… Ölemiyorum dedim doktor… Ölemiyorum… “pencereyi aç derin, derin nefes al”, alamıyordum… Boğazım düğümleniyor, göğsüme bir şey oturuyor eziliyorum… Eziliyordum… 

Annem şiirini okumaya beni çıldırtmaya devam ediyordu… İnekler, tavuklar… Bildiği… Gördüğü ve duyduğu her neyse ben duyamıyordum… Dedem yardımcı oldu ve annemin birikmişiyle bir ev aldı… Anneannem o evde öldü… Annem… Üzerine kayıtlı bir tek o ev… Sonra saldı kendini… Sonra saldık kendimizi… Annem… Sığınacağım liman… Hiçbir şey anlatmadı bize… Yaşadı ve gördük… Baktı ve duyduk… Bir insan hiç mi ağlamaz… Hiç mi yorulmaz… Hiç mi durmaz…

Sıradan bir hikaye aslında annemin hikayesi… Sıradan bir anne hikayesi… Bana hiç öyle gelmiyor… Yetmiş beş yılık bitmeyen bir şiir annemin hikayesi… Yetmiş beş yıllık bir şiir… Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi… Bitmesinde… Çünkü daha çok günaha gireceğim… Daha çok acı çekeceğim… Aklım başıma gelmiyor… Akıllanmıyorum… Akıllanmayacağım… Acı çekiyorum… Acı çekeceğim ama Allaha ne olur günahlarımı affet, beni bağışla diye hiç dua etmeyeceğim… Kimse içinde iyi dileklerde bulunmayacağım… Bulunanlarında zamanla samimi olmadıklarını düşünüyorum… Haklısın, “İnsanlar olgunlaştıkça "taraflara" inanmayı bırakırlar” diye düşünsem de hep inkâr ettim… Hiç inanmadım… Sadece sudan ve zamandan önce pirincin sürekliliğini sağlamalıydım… Bu bir kuraldır… Kimin koyduğunu bilmediğim bir kural… Ve gerisi tamamen teferruat… Öğrendiklerim, bildiğimi düşündüklerim…  Bu cahillikle bu bedeni taşımak çok büyük bir yük… Kafamın içine soktukları böcek beynimi kemirmekte ve beynim küçüldükçe böcek büyümekte… Bi silah diyorum, bi silah sıksam, beynimin de kafamın da ağzını burnunu dağıtsam… Rahatlar mıyım acaba… 

Dedem bir gece çok sinirli elinde bir sopa kapıya çıktı… Sopayı sallıyor anneme doğru ve bağırıp çağırıyor… 

 

-   Seni artık bu evde istemiyorum… Git artık git buradan…

O gün evsiz kaldık… Yollar yürüdük… Dağ aştık tepe aştık… Aradan otuz altı yıl geçti bu yolculuk bitmedi… Bitecek bir gün bitecek biliyorum… Ama yol varsa yürünecekte… Değişerek… Dönüşerek… Kirletmeden… Kirlenmeden… Annem önde biz arkada… Kırmadan… Dökmeden… Ve sahiplenmeden… 

Sahip olma arzusu beni delirtiyor ama öldürmüyor… Acı… Çok acı… Acımı? 

Annemden öğrendim ben inanmayı… Şimdi çay içiyorum… Kahve içiyorum… Sigara içiyorum… Su içiyorum… İnsan diyorum… İnsan…

Cehenneme o kadar çok girdim ki ama halen resmini çizemiyorum ve günahlarımın bağışlanması için affedilmeyi beklemiyorum… 

Hayata tutunmak gibi bir derdim yok… Yaşıyorum sadece… Karanlık… Birazda mavi… Ve geriye kalan tamamen anlama yetersizliği… Nasıl desem… Şey gibi…

 

Ve üç nokta

Anlatacak hiçbir şey olmayışın değil,

Birçok şeyi anlatamamanın ağıtıdır...

Editör: Fethiye Sirena Özdal

bottom of page