top of page

RÜYA

Murat Baykara

İstanbul

“Ve tüm duyular içinde, gözün en sığ, kulağın en kibirli, kokunun en şehvetli, tadın en batıl ve istikrarsız, dokunmanın ise en derin ve felsefi olduğunu keşfettim.”
Denis Diderot
            
Devasa bir tekerlek üzerime doğru geliyor. İki üç katlı bir apartman boyunda. Ezilmem an meselesi. Ama tuhaf, korkmuyorum. Durdurabilirim gibi geliyor. Çünkü, tamam, çok büyük olabilir ama çok da hafif gibi duruyor. Balon gibi bir şey. Üstelik yavaş ilerliyor. Önüne geçip ayaklarımı kuma gömsem, ellerimi dayasam yeter. Ama ellerim yok. Yani var da, el değiller. Kocaman iki balon var bileklerimin ucunda. Kifayetsiz. Tutmak, tutunmak, mümkün değil. Korkudan çok çaresizlik hissettiğim.

Çocukken ne zaman ateşlensem bu rüyayı görürdüm. Büyüdüm, versiyonları başladı. Eller yine aynı. İşlevsiz. Bedenimle dünya arasında, öteki arasında görünmez bir set var. Sevdiklerime dokunmamı, sarılmamı engelliyor. Peşine düşmedim. Sandığım kişi olmadığımı kabullenmeye hazır değildim. Kendine değil başkalarına odaklanmak daha güvenli. Bir süre daha. 

Derken sanki bütün dünya aynı rüyada buluştu. 

İnsanlar daha fazla rüya görüyormuş pandemide, öyle diyorlar. Hem de daha net hatırlıyorlarmış. Belki uyku süreleri uzadığından, belki kendiliğinden uyanma mümkün olduğundan. Alarm kurmamak etkiliymiş çünkü. Hemen hepsi kaygının, çaresizliğin yönettiği rüyalar.

“O”nunkiler de öyleymiş. Rüyamda anlattı. 

Uzak kaldığı sevdiklerine rüyada dokunmak, sarılmak mesela… Mutlu rüyalar değilmiş bunlar. Özlemi gidermemişler. Bunun bir rüya olduğunun yarı bilinci belki de. 

- “Ne ben ne onlar… Tam değildik rüyada. Gölgeden ibarettik.” 
Sık sık duvarlar eşlik ediyordu rüyalarına. Uzaktan bakınca pürüzsüz, ama yaklaştıkça dile gelen, “Bana alış, bendeki dünyayı gör.” diyen duvarlar. 

Bir de uzun bekleyişler… Uzanan ellerle rüyada öylece kalakalmak. Uzadığında ellerinin kendi bedenine uzanması. Çaresizliğin o tuhaf jestleri. 

Ve düşüş…

Rüyaların başrolü semboller, hastalık kaygısıyla farklı farklı giriverdi uykularımıza. Herkesin kendi dev tekerleği, kendi “dil”i var.  

Şanslıysak, bedenimizi kaybetmemişsek de, duyularımızdan birini yitirdik galiba bu süreçte. Ellerimiz yerinde ama dokunamıyoruz. Yarım kaldık. Sadece sevdiklerimize değil, meyveye, sebzeye, kapı koluna, asansör düğmesine, musluğa da dokunamamak.

Bedenimizin dünyaya açılan kapısının menteşesi oynadı yerinden. Kaygıları yatıştıran, ötekini “ben”e yaklaştıran, “ben”den bir parça yapan dokunma sakat artık.

Neyse ki konuşma hala yerinde. 
Anlatın! Tekerleri de, elleri de…
Çünkü rüyalar bilinçdışına giden kral yoluysa, bir de tekrar bilince götüren dönüş yolu var.

Tatlı ya da tatsız… Bol rüyalar!



Model: Pelin Keskin Sayın

Editör: Gamze Toksoy

bottom of page