BİR KÜÇÜK VİRÜS HİKAYESİ
Pınar Şener Köse
İstanbul
Korona virüsün Türkiye’de de yayılmaya başladığı ilk günlerde kâbusun belki de tam farkında değildik. Mali müşavir olan eşim işine gidiyor, ben de sokakta durumu görüntülemeye çalışıyordum.
Sürekli artan vaka ve ölüm sayıları, tüm dünyada olduğu gibi bizde de kaygı ve endişeye yol açıyordu. Sokağa çıkma yasaklarına kadar hayat gene de akıyor, bir şekilde bu duygularla başa çıkabiliyorduk. Sokağa çıkma yasakları başladığında ise ilk önceleri evde yapılabilecek her türlü aktiviteyi deneyimledik. Diziler, filmler izledik; hamur işi yaptık; rutin temizliğin dışında dolap içlerini temizledik; eşyalarımızdan kullanmadıklarımızı bir kenara ayırdık; meditasyon ve spor yaptık; oyunlar oynadık.
Sonra geceler günlere, günler de gecelere karışmaya ve isimsizleşmeye başladı. Her şey anlamını yitiriyordu. Kedilerimizin bile psikolojisi etkilenmişti. Elimizde olanlara tutunmaya çalıştık. İşimizi evden sürdürüyor, arkadaşlarımızla sanal ortamda toplanıyor, özlediklerimizle görüntülü görüşmeler yapıyor, fotoğraflar çekiyorduk.
Eşimin işleri yoğunlaşsa da son zamanda ekonomik olarak düşüş yaşıyor. Ben ise beş yıldır serbest çalışıyorum fakat bu süreçte hiç para kazanamıyorum. İnsanı dibe doğru çeken bir süreçten geçiyoruz.
Pandeminin yaşattığı belirsizlik, gelecek konusunda endişe duyma, perdeler arkasında sıkışma, yalnızlaşma, yabancılaşma duyguları ve yaşamdan tat alma duygusunun günler içinde kaybolmaya yüz tutması yeni gerçekliğin bizi daha da zorlayan ilk sonuçları olsa gerek…
















Editör: Yücel Tunca